Resulullaha İnanmayan Mü'min Olamaz!

Resulullaha İnanmayan Mü'min Olamaz! 




Soru: “Kelime-i tevhidin La ilahe illallah kısmını söyleyen, fakat Muhammedün Resulullah kısmını söylemeyen insanlara da merhametle bakmalı, çünkü ahirette onlar da Allah’ın sonsuz rahmetine kavuşacak” (bkz. Fethullah Gülen, Küresel Barışa Doğru, s.131) diyenler çıkıyor.
Böyle inanan Müslüman olur mu, Cennete girer mi?

CEVAP: Allah’ın rahmeti, dünyada herkesedir. Ahirette, gayri müslimlere zerresi yoktur. Allahü teâlâ, (Rahmetim her şeyi kaplamıştır)dedikten sonra, (Rahmetim, benden korkup, haramdan kaçan, zekatını veren ve Kur’ana inananlar içindir) buyuruyor. Daha sonra da resule iman edip uymamızı emrediyor. (Araf 156-158)
Resulullaha inanmayan Müslüman olamaz, Cennete giremez.
Kur’an-ı kerim baştan sona kadar Muhammed aleyhisselama iman edip uymayı emrediyor, uymayan Müslüman olamaz, kâfir olur buyuruyor.
İşte bazı âyet-i kerime mealleri:

Fethullah Gülen'in Kitabı İntihal (edebi hırsızlık)!

Fethullah Gülen'in Kitabı İntihal (edebi hırsızlık)!

"SÖZÜ hiç uzatmadan, kısaca ve apaçık söyleyeyim:

Hafta içerisinde Fethullah Gülen’in son kitaplarından birini, ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ı okumaya başladım ama daha ilk sahifeden itibaren ‘Ben bu cümleleri bir yerden hatırlıyorum’ dedim, düşündüm ve buldum: Fethullah Gülen’in makalelerden oluşan kitabının ilk kısmı, 1949’un 15 Ocak’ı ile 1950’nin 22 Mayıs’ı arasında başbakanlık yapan, İsmet Paşa’nın ve tek partili dönemin son başbakanı olan ve tarih, iláhiyat ve ahlák konularında çok sayıda eser veren bir zamanların çok önemli bir bilimadamının, Şemsettin Günaltay’ın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk toplumunun düşünce yapısını derinden etkileyen ‘Zulmetten Nura’ isimli gayet meşhur kitabı ile neredeyse kelime kelime aynıydı.

Fethullah Gülen, Şemsettin Günaltay’ın ilk baskısı 1915’te yapılan ve hálá da sık sık basılan kitabının ‘Tanzimatçılık Devri ve Netáyici (sonuçları)’ başlıklı bölümünü günümüzün Türkçesi’ne uyarlamış, makalenin adını değiştirerek ‘Aydınlık Kapıya Doğru’ yapmış ve eseri bizzat yazmış gibi, kendi ismiyle yayınlamıştı. Ama yayın sırasında başka bazı değişiklikler de olmuş, meselá Günaltay’ın makalesinde geçen ‘Türk’ sözü, Gülen’de her nedense ‘mü’min’ halini alıvermişti.


Şemsettin Günaltay’ın bundan 89, Fethullah Gülen’in de sadece dört ay önce yayınlanan kitaplarından birbirleriyle neredeyse aynı olan bazı cümleler, yandaki sütunda yanyana yeralıyor. Günaltay’dan aynen yapılan aktarmalar sadece bunlardan ibaret değil, daha pek çok ve işin daha da garip tarafı, bütün bunlar olup biterken, Şemsettin Günaltay’ın adının Gülen’in kitabında bir defa olsun geçmemesi.


Daha hemen giriş yazısı bir başkasına ait olan ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ isimli kitaptaki diğer makalelerin menşei konusunda doğan şüpheleri gidermek de, artık işin meraklılarına düşüyor.

Avrupa’da fizik okudu, tarih profesörü ve başbakan oldu

İSA aleyhisselam DİRİ OLARAK SEMAYA YÜKSELTİLDİ. YAHUDİLER O’NU ÇARMIĞA GEREMEDİ, ÖLDÜREMEDİ.

İSA aleyhisselam DİRİ OLARAK SEMAYA YÜKSELTİLDİ. Çarmıha gerilemedi. Öldürülemedi.
Yahudilerin “Allah’ın Rasülü olan Meryem oğlu Mesih İsa’yı katlettik” demeleri , yani peygamberlikle alay ederek bir peygamberi öldürdük diye iftihar etmeleri sebebiyle Allah onları gazap ve zillete duçar etmiş, belalarını vermiştir.

Halbu ki, onlar İsa aleyhisselamı hakikatte ne katlettiler ne çarmıha gerdiler. Bu iddiaları tamamen gerçeğin zıddınadır. Fakat Hazreti İsa’yı öldürmeye cür’et gösterenler için şöyle bir benzetilme oldu.

Hz. İsa aleyhinde bulunan bir şahıs, O’nu katillere teslim etmek için Hz. İsa’nın evine gitmiş, İsa aleyhisselam ise Allah’ın kudreti ile semaya kaldırılmış Allah tarafından bu münafığın çehresi Hz. İsa’ya benzetilmiş, kafirler de bunu yakalayıp Hz. İsa zannederek asmışlardır.

Diğer bir rivayete göre ise, Yahudiler, suikastta bulunmak isterken Hz. İsa’nın semaya kaldırıldığını görmüşler, bu yüzden halk arasında bir fitne meydana geleceğinden korkmuşlar, bir şahsı yakalayıp asmışlar, insanlara da bu asılanın Hz. İsa olduğunu söylemişler. Zira halkın çoğu İsa aleyhisselamı şahsen değil ancak ismen tanıyordu.

Peki Öyleyse Kur’an niye geldi?


Prof. Yümni Sezen, Aksiyon Dergisi’nin 8 Aralık 2003 tarihinde “insanlık onu bekliyor” başlığı ile Hz. İsa’yı kapak yapmasını da eleştiriyor: “Müslüman bir cemaatin dergisi nasıl böyle bir şey söyler: Müslümanların kaderi dâhil, her şey Hz. İsa’nın gelişine bağlı öyle mi! Haberin içinde de diyalog yanlısı ilahiyatçıların ağzından “bütün insanlık Hz. İsa’nın etrafında bütünleşmeyi ideal edinmeli” gibi cümleler var. O zaman Kur’an niye geldi? Hz. Muhammed idealizmine ne oldu? Hadi biz akademisyeniz, bu tip tartışmalardan etkilenmeyiz ama sıradan Müslüman ‘demek ki benim peygamberim yarım bırakmış işleri. Hz. İsa gelip tamamlayacak’ demez mi?

Bu çok tehlikeli bir durum. Art niyetli düşünsek, o dergi Hıristiyanlığın ilanı! İsa motifleri, haç, kilise… İsevilik sadece bir din değil, aynı zamanda bir kültürdür. Ve biz bu kültürün hâkimiyetini biraz daha perçinliyoruz. Diyalog doğru kullanılmazsa misyonerlik yolunu açar…”

Bu resimde görülen sureti, simayı, Hz. isa olarak kabul edenler dahi İslam dairesinin dışına çıkar. Peygamberlerin suretleri çizilemez, canlandırılamaz...
Peki bunu bir Müslüman cemaati nasıl yapar?

Siz siz olun, çoluğunuzu çocuğunuzu, evinizi barkınızı, eşinizi dostunuzu, hısım akrabanızı, bu ahir zaman fitnesinden, bu ‘diyalog’ tuzağından uzak tutun.

Dinlerarası Diyalog Nedir?

Dinlerarası Diyalog Nedir?


İdeolojik kökeni daha eskilere dayanmakla birlikte “Dinlerarası diyalog” faaliyetleri özellikle son on yıldır ağırlığını hissettirmektedir. Yeniden şekillenen bir dünyada kendine oldukça fazla taraftar bulan dinler arası diyalog gerçekte nedir?

Kulaklarımıza hoş gelen ince melodisi altında samimi bir güftesi var mıdır?

Farklı coğrafyalarda yaşayan, derin ve ezeli düşmanlıklar ve önyargılarla birbirine her zaman mesafeli durmayı tercih eden topluluklar arasında birbirini tanıma ve önyargıları giderme olarak özetleyebiliriz dinler arası diyalogu.

Elbette bu sadece sistemin afişi. Gerçekte dinler arası diyalog nedir?
İslam dini bu tür bir diyaloga hazır mı? Hangi ortak paydada buluşulması bekleniyor?
Vs… vs…

“Dinlerarası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.” (John Paul II Roma-Vatikan 1991)

Dinlerarası diyalog elbette barışa hasret dünya için elbette kulağa hoş gelen bir terim. Ancak büyük bir gönül rahatlığı ve kesinlik içinde söyleyebiliriz ki bu tarz bir diyalog mümkün değildir. Evvela dinlerin kendi içyapılarına da asla uymaz. Peki neden?

Cevabı çok basit. Dinlerarası diyalogla şekillendirilmek istenen dünya aslında dinler arası mücadele ve düşmanlıkla şekillenen dünyanın ta kendisidir.

Bu husumet ve ezeli önyargı salt mensup olunan dinlerle sınırlı değil, tüm sosyal departmanlarda kendini açıkça gösterir. Bilim, güzel sanatlar, mimari, edebiyat, askeri yapı, ticaret ve sosyal yaşama ait her kural kendine özgü ve “öteki”nden farklıdır.

Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar birbirlerinden sadece dinleriyle değil farklı kültür daireleriyle ve kesin duvarlarla ayrılmışlardır.

Şu halde siz bütün dinlerin tek ve ortak bir ilahtan geldiği düşüncesiyle bu dinleri kardeş olarak nitelendirseniz bile (ki bu da mümkün değildir) bu adı geçen toplumları ortak bir paydada buluşturmaya yetmeyecektir.

Çok basit ve kaba bir örnekle konuyu şöyle bitireyim. Ateist bir İngiliz’le dindar bir İngiliz’in İslam coğrafyasına bakışı ufak farklılıklarla aynıdır.

Din üst-alt kimliğinin yanında bir millet kimliği ve ya bir kültür dairesi kimliği vardır ki bu da zaten mümkün olmayan diyalogu tamamıyla bir mit yapar.

Dinlerarası diyalog şiarıyla yola çıktık ve yukarıda değindiğim kültürel ve sosyal uyuşmazlık sorununu aştık diyelim. Fakat bu sefer de farklılığın tarihi ve siyasi yönüyle boğuşmak zorundasınız.

Yukarıda da belirttiğim gibi tarih (bütünüyle değilse bile) genel olarak farklı dinlerin mücadelesiyle şekillenmiştir. Dini amaçların ön planda tutulmadığı –ya da öyle zannedilmediği- savaşlarda bile din kavramı her zaman en ön saflarda olmuştur.

1995 yılında körfez savaşında önemli rol oynayan Binbaşı Hugh Shelton'ın “Evet biz oraya maddi çıkarlar için gittik. Amerikan halkının menfaatleri neredeyse Birleşik Devletler Ordusu oradadır. Fakat Iraklı askerleri ve esirleri öldürmemiz için maddi bir nedene de gerek yoktu. Müslüman olmaları başlı başına bir neden değil mi?”

Yahudilerin Filistin yerleşimlerinin üzerine attığı bombaların üzerine “Ramazan Şekeri” yazmaları da bir örnek olabilir, Bush’un Irak’ı işgalinin başladığı günlerde bir basın açıklaması düzenleyip yaptıklarının “Haçlı Seferleri” olduğunu beyan etmesi de.

Dinlerarası diyalog büyük ortadoğu projesiyle eş zamanlı bir uygulama. Her ikisinin de ortak noktası pilot bölge olan Türkiye üzerinden olması. Türkiye’nin tüm güney ve doğu sınırları ya işgal altında ya işgali tamamlanmış ya da işgal edilmeyi bekleyen Müslüman ülkelerle dolu.

Siyasi olarak evet belki üst düzey yetkililer nezdinde bu tür diyaloglar için şovlar düzenlenebilir. Fakat derin bir İslami kökten beslenen Müslüman Türk halkı için bu tür bir diyalog hiçbir anlam ifade etmiyor.

Yani dinlerarası diyalog şimdilik sadece -peygamber efendimize hakaret eden- papa efendiyle, diyanet işleri başkanımızın Ayasofya’da playback dualarından ileri gitmiyor.

İşin tarihi ve siyasi boyutu bundan ibaret. Batıya göre Müslüman eğer işbirlikçi değilse işgalci, barbar ya da teröristtir.

Bizim penceremizden de batıya bakışımızda bir farklılık yok. Gel de diyalog kur.

Elbette tarihi izdüşümleriyle içinde konuyu izaha çalışırken bir takım dini yakınlaşma, tanıma ve anlama faaliyetlerini de topyekûn inkâr etmiyoruz. Fakat bu münferit teşebbüsler genele tesir etmiyor.

Geldik en önemli yol ayrımına. Dinlerarası diyalog ve uzlaşı için mevcut tarihi ve siyasi ayrılıkların büyük engeller olduğunu söyledik. Peki dinlerin kendi içyapıları bu tür bir diyaloga açık mı?

Elbette hayır. Bir kere daha hayır, kocaman bir hayır.

Bir tarafta İslam dinini kabul bile etmeyen bir Hıristiyan inancı, bir tarafta kavmi bir din olmasıyla övünen ve islam’la münasebete son derece kapalı bir Musevilik, bir diğer tarafta son olması hasebiyle gelmiş tüm dinlerin hükmünü ortadan kaldıran İslamiyet.

İşin trajik yönü İslam dininin tüm hak dinlere ve bunların peygamberlerine olan sonsuz imanı ve saygısı yanında diğer dinlerde İslam dinine ve onun peygamberine karşı aynı saygının binde birinin olmaması. Bu şartlar altında nasıl bir diyalog kurabilirsiniz?

Haçlı seferleri sırasında dönemin papası Müslümanların kâfir olduğunu ve Müslüman öldürenlerin cennete gideceğini söyleyerek ordu için gerekli insan gücünü karşılama yoluna gitmişti.

Bizim için de durum farklı değil. İnsanlık onurunu en üst mertebe de tutan sevgi ve hoşgörü dini olan İslam’a göre de İslam dininden olmayan herkes kâfirdir. Bu sert ve kesin tanımında yoruma açık ya da esnetilecek bir yeri yoktur. Yani iyi bir insan ya da sadık ve insancıl bir Hıristiyan olmak kâfir sıfatından kurtarmaz kişiyi.

Bu güne değin en çok tıklanılanlar